7 Ağustos 2011 Pazar

Küçük kız ve sözün bittiği yer

Sizler de gördünüz mü televizyonda o küçük kızı? Hani günlerce kuru ekmekten başka bir şey yememiş o fakir ailenin küçük, çelimsiz, yarı felçli kızını?

Anadolu'nun ücra bir köyünde, yokluğun, sefaletin kol gezdiği bir ev. O küçük felçli kız, işsizlik yüzünden akli dengesini yitirmiş bir baba, delirmiş kocasının dayakları yüzünden kolu bacağı kırık bir anne ve yine felçli bir erkek çocuk...

Kuru ekmek yemeye razılarmış. Bunu söylediler. Onca sıkıntıya göğüs germiş, yokluğa dayanmışlar, yine de kimseden bir şey istememişler. Ta ki, oturdukları evin sahibi bunlara 'evimden çıkın' deyinceye kadar.

Köyden birileri akıl etmiş, bir televizyon programına bu ailenin dramını yazmayı. Televizyoncular gidince bu insanlardan haberdar olduk. O perişan hale şahit olup da, yüreğin bir yerlerinde bir sızının uç vermemesi mümkün müydü acaba? Mümkün müydü ağlamamak?

Televizyoncu bu ailenin dramını teferruatıyla dinledi. Sonra bu aileye yapılacak yardımları anlattı. Nihayet evden giderken ailenin her bireyi gibi o küçük kıza da sordu:

- En çok neyi özledin? Gelirken sana ne getirelim?

İzlemediyseniz tahmin edin bakalım. Bilemezsiniz, imkanı yok bilemezsiniz.

Tam da oyun çağındaki bu kız çocuğu, saçlarını tarayıp, bağrına basacağı, beşikte sallayabileceği oyuncak bir bebek istemedi. O sefil görüntüsünden onu kurtaracak elbise istemedi. Ayakkabı istemedi. Çukulata-dondurma istemedi.

- Patates isterim ben. Patates getirin bana!

Patates?!.

Söz işte böyle biter! Fikir, düşünce, hayal, ideal böyle biter! Gerçek, boğazına kadar sefalete gömülmüş bir çocuğun ağzında böyle dile gelir. Dindarlığımız, cömertliğimiz, hayırseverliğimiz... Sığındığımız, içinde rahat ettiğimiz, kendimize ait gördüğümüz ne varsa, o çocuğun yemek için can attığı haşlanmış bir patatese dönüşüverir. Patates kadar yalın, çıplak, yorumsuz kalır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder